BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ: GARSONLUKTAN GENEL MÜDÜRLÜĞE

0
1090

Mövenpick Hotel İstanbul Golden Horn Genel Müdürü Ahmet Arslan’a başarısının sırrını ve kaliteli otelciliğin kilit noktalarını sorduk.

 

“Mövenpick, yurt dışına bağlı, standartları olan, daha butik tarzı bir oteldir.”

-Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?-

Ben, uzun süre ‘otelcilik yapmayacağım’ dediği halde otelci olan birisiyim. İyi ki de olmuşum. Yaklaşık yirmi beş sene kadar önce, toplasanız üç-beş tane otel vardı. Ben o zamanlar futbolcuydum. Bir yandan da, harçlık çıkarmak adına, o otellerde banket işlerinde çalışıyordum. O otellerden biri de Crowne Plaza Holiday Inn oteliydi. Oraya başlama hikâyem de tuhaftır. ‘İngilizcen var mı?’ dediler; ‘Var’ dedim. ‘Öyleyse papyonunu tak, gel’ dediler. Şimdiki gençlerin işi çok zor. Beş-altı tane sınavdan geçip öyle giriyorlar. Ve üç-dört yabancı dil bilmeleri bekleniyor. Ben üniversiteyi kazandığımda, o tarihlerde babamın işleri kötü gittiği için, hem okuyup hem çalışmak zorunda kaldım. Fenerbahçe Paf takımında oynuyordum fakat futboldan para kazanamıyordum. Dolayısıyla, otellerde çalışmaya devam ettim. Zaten on bir-on iki yaşlarından beri, haftasonları babamın yanında çalışır, harçlığımı çıkarırdım. Babamla zaman geçirmek de ayrıca hoşuma giderdi. Otelciliğe devam etmeye karar verince, ilk işim garsonluk oldu. İki sene garsonluk yaptıktan sonra, ön büroda çalışmaya devam etme kararı aldım. Bellboy’luk çok keyifli geldi. O zaman Casino’lar var. Otelciliğin şaşaalı dönemleri. Maaşımı eve verip, ben bahşişlerimle geçinebiliyordum. Çok keyifli dönemlerdi. Güzel kazanıyorduk. Sonrasında, bellboy’luk ve üniversite, bir arada zor olmaya başladı. Vücut çok yoruluyor doğal olarak. ‘Resepsiyona geçer misin?’ diye sordular; ‘Geçerim’ dedim. Fakat o sırada, otel yönetimine, ‘Bana fazla yatırım yapmayın; ben otelci değil, borsacı olacağım’ diyordum. Hatta, bir menkul değerler firmasında vakit geçirmeye başladım. Orada borsacılığa dair bilgi ve tecrübe edindim. Sonra askerlik görevimi yerine getirdim. Askerden döndüğümde, Türkiye büyük bir ekonomik krizin kucağındaydı. Yedi senelik otelcilik tecrübeme dayanarak, kurumsal, kaliteli bir yerde çalışmayı hedefledim. Bunun üzerine, Ritz Carlton Otel’i, bana kapısını açtı. Başvurumu yaptım ve kabul edildim. İşte orada hayatım değişti. Orada, bir anlamda master yapmaya başladım. Hedefim, genel müdür olmaktı. F&B’yi biliyordum; ön büroyu biliyordum; bir de satışı öğrenmeliyim diyerek satış departmanına geçtim. Sonrasında, Swiss Hotel, W Hotel İstanbul gibi otellerde çalıştıktan sonra, Ritz Carlton beni tekrar çağırdı. Ritz Carlton’da, dört buçuk sene kadar daha çalıştıktan sonra, Hilton Kozyatağı’nın açılışını yaptım. Sonra, Double Tree by Hilton Moda’da genel müdür yardımcılığı yaptım. Onun ardından da Mövenpick Hotel İstanbul Golden Horn’a, yani buraya transfer oldum. Yaklaşık on dört aydır buradayım. Mövenpick, yurt dışına bağlı, standartları olan, daha butik tarzı bir oteldir. Seksen üç adet oteli var şuanda. Yirmi tane otel de kurulmak üzere. Giderek büyüyen bir kurum Mövenpick.

 

“İnsan ile çalıştığımızın farkındayız.”

-Mövenpick Hotel İstanbul Golden Horn’un Genel Müdürlüğü’ne geldikten sonra yapmayı planladığınız projeleriniz var mı? Otelinizin, diğer otellerden farklı olarak ne gibi avantajları bulunmaktadır?-

Yaklaşık on iki aydan beri üzerinde çalıştığım, bana göre Türkiye’deki en büyük eksikliklerden biri olan, konu, pazarlama konusudur. Biz, kendimizi anlatmak konusunda zayıfız. Benim burada, en çok üzerinde durduğum husus, ‘Pazarlama konusunda farklı neler yapabiliriz?’ konusudur. Maalesef, bizde, pazarlama alanına pek bütçe ayrılmaz. İşler iyi gittiğinde, pazarlamaya para harcamaya gerek duyulmaz. İşler kötü gittiğinde ise, pazarlama için maddi kaynak bulmakta zorlanılır. Bu kısır döngü kırılamıyor. Ama ben bu konuda çok şanslıyım. Mövenpick yönetimi, pazarlama konusuna çok önem veriyor. Bildiğiniz gibi, geçen sene, 15 Temmuz darbe girişimi ve akabinde gelişen olaylar nedeniyle, çok zor bir dönem geçirdik. O dönemde, pazarlama için kaynak ayırmak çok zor oldu. Biz bir de, burada, personelimize çok sayıda eğitim verdik. Bunların başında, psikolojik eğitimler geliyor. Artık, kamu çalışanlarına dahî psikolojik eğitimlerin verildiğini duyuyorum. Bu güzel bir gelişme. Biz, insan ile çalıştığımızın farkındayız. Dışarıdaki olumsuzlukların, kurumumuz içerisine olan olumsuz yansımalarını engellemek zorundayız. Özellikle son dönemde, turizm sektöründe sıkıntılar yaşandı. Otel doluluk oranlarının önemli ölçüde düştüğü zamanları yaşadık. Böyle sıkıntılı dönemlerde, bu kadar genç insanı bir arada tutmak çok zor. Biz bunu eğitimle sağlamaya çalışıyoruz. Ben kurum içi eğitime çok önem veriyorum. Mövenpick’in zaten ciddi bir knowhow’ı var. Bunun bize büyük desteği oluyor. Mövenpick, üç alanda çok iyi: Birincisi, yeme içme konusu. Beş duyuya hitap etmenin birinci yolu damak tadından geçiyor. Sonrasında, görsellik geliyor. Bize, ‘Neden bu Haliç bölgesine böyle lüks bir yatırım yaptınız?’ diye soruyorlar. Mövenpick, Avrupa’da ve özellikle Orta Doğu’da çok iyi tanınan bir kurum. Mövenpick’i yalnızca oteller zinciri olarak düşünmeyin. Mövenpick, aynı zamanda restoranlarıyla da ünlüdür. Bundan başka, Mısır’da teknelerimiz var mesela. Burada köklü bir İsviçre markasından söz ediyoruz. Mövenpick İstanbul, henüz çok yeni olmasına rağmen, olumlu müşteri dönüşlerini çok çabuk bir şekilde alabilmiş bir kurumdur. Biz, Mövenpick markasını Türk kültürüyle harmanlayıp, özellikle orta ve uzak doğu’ya hitap etmeyi amaçlıyoruz. Şimdi bir de önümüze, Güney Amerika pazarı çıktı. İlginçtir; Amerika’dan turist sayısı bu kadar düşmüşken, Brezilya, Kolombiya, Arjantin, Venezuela gibi ülkelerden korkunç derecede misafir geliyor. Nerden baksanız yüzde yirmilik doluluğumuz oradan kaynaklanıyor. Biz kâr odaklı değil, müşteri memnuniyeti odaklı çalışıyoruz. Bu da bize, olumlu anlamda yansıyor.

“… mövenpick markasını, kendi vizyonumuzla süsleyip daha ilerilere de taşıyabiliriz.”

-Oteliniz, uluslararası bir oteller zincirine bağlı bulunuyor. Mövenpick İstanbul Golden Horn’un, diğer ülkelerdeki otellerinden farkı var mı?-

Biz, kurum içerisinde dinamik bir yapıdayız. Kuralları sıkılaştırmaktan ziyade, gevşetmeye çalışıyoruz. Aslında bunu ilk, Dubai gibi Orta Doğu’nun önde gelen turizm bölgelerinde denediler. Türkiye’den giden satış müdürleri, orada hâlâ çok sevilirler. Bizim, zincir otelcilikteki tek sıkıntımız, markanın kültürünü yaşatmak konusunda olabiliyor. Yani biz, Mövenpick’in uluslararası kültürünü, burada yaşatmak zorundayız. Bu iş, yurt dışında yapılabiliyorsa, burada da yapılabilir. Çünkü bizim, markalaşma konusunda yaşadığımız sıkıntılar, aşağıya da yansıyor. Evet, biz, mövenpick markasını, kendi vizyonumuzla süsleyip daha ilerilere de taşıyabiliriz. Ama bunu yaparken, markanın öz ruhundan da uzaklaşmamalısınız. Bu hassas dengeyi korumak, marifet ister. Demin bahsettiğim eğitimler, bu sebepten de çok önemli. Markanın core standardını hiçbir zaman bırakmamamız lazım. Yerli yatırımcılarımız, bazen, ‘Biz otelciliği biliyoruz. Öyleyse neden marka satın alalım ki?’ diye düşünebiliyorlar. Bu yanlış bir düşüncedir. Siz bir uluslararası markanın ismini aldığınızda, bununla birlikte o markanın standartlarını da önünüze hedef olarak koymuş oluyorsunuz. Ayrıca o markanın uluslararası şöhretli ismi, yabancı turisti cezbeden önemli bir unsur oluyor. İşte ben, bu kriz döneminde, bu marka sayesinde ayakta kalabildim.

 

“Uluslararası fuarlara katılıp, kendimizi insanlara hatırlatmalıyız.”

-Türkiye’de turizm sektörünün atağa kalkması için neler yapılmalıdır? Daha fazla sayıda turist çekmek adına projeleriniz var mı?-

Türkiye, artık önemli ölçüde tanınan bir ülke haline geldi. Özellikle kongre, fuar organizasyonları sayesinde, çok daha fazla sayıda yabancı turist, Türkiye’yi ziyaret eder oldu. İstanbul’un, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması da büyük katkı sağladı. Bu türden uluslar arası organizasyonlar, turizm açısından önemli bir kaynaktır. Çünkü kongre için gelen kişilerin önemli kesimi, gelmişken ülkeyi de geziyor ve para harcıyor. Türkiye güzel bir ülke. Türkiye’ye ulaşım da artık çok kolay. Fakat, şu son dönemdeki siyasi krizler, bizi biraz zor durumda bırakıyor. Biz, ülkemizi iyi tanıtmak zorundayız. Bunu da kim yapacak? Tabii ki otelciler yapacak. Yani biz yapacağız. Uluslararası fuarlara katılıp, kendimizi insanlara hatırlatmalıyız. ‘Bakın biz buradayız. İki yıl  önce bıraktığınız yerdeyiz. Hiçbir yere gitmedik.’ demeliyiz. Biz, sürekli olarak fiyat düşürmek suretiyle pazarlama yaparsak, bu büyük bir hata olur. Çünkü otellerin bu düşük fiyatlarla uzun vadede ayakta kalma şansları yok. Bir hatamız da şu oldu: İstanbul’da çok fazla sayıda otel açıldı. Önemli olan, doğru yere doğru yatırımı yapmaktır. Örneğin Taksim’de, artık daha fazla lüks otele ihtiyaç var mı? Ya da, fiks hizmet veren; insanlara temiz bir yatak, yeterli fitness hizmetleri vesaire sağlayabilen oteller mi lazım? Sorun şu ki, İstanbul’u gezmeye gelmiş biri Taksim’deki lüks otelde uzun süre kalmaz. Biz de yurt dışına çıktığımıza, Roma’ya gittiğimizde örneğin, kendimizi dışarı atıyoruz. Londra bunu çok iyi başardı mesela. Lokal’i, otelin içine soktu. Ben Londra’dayken, arkadaşlarım bana, ‘Şu otelin altındaki kafede buluşalım’ gibi şeyler söylerlerdi. Ben, şaşırırdım. İşte bizim de bunu başarmamız lazım. Lokal’i, otelin içine sokmalıyız. Bir de, biz, yurt dışına kıyasla daha ucuzuz. Bugün İstanbul’da, lüks bir otelde 100 Euro’nun altında geceleme imkânı bulunabiliyor. Avrupa’da, aynı seviyedeki otellerin geceliği 300 Euro civarındadır.

-Oteliniz, Haliç’in ucunda, tarihi yarımadanın güzel bir bölgesinde bulunuyor. Kültür turizmi bakımından da bu özel konumunuzu değerlendirebiliyor musunuz?-

Burası, kuruluşumuz aşamasında, otel yönetimin özellikle istediği bir bölgeydi. Biz burada, misafirlerimize, güzel bir konaklama hizmeti yanında, deniz manzarası ve tarihi yarımadanın mistik ambiyansını da sunmayı amaçladık. Burası, her şeyden önce bir doğal liman. Yan tarafımız Eyüp Sultan Camii. Üst tarafımız Pierre Loti. Burada, gerçekten inanılmaz bir kültür zenginliği var. Hemen karşımızda Miniatürk, çocuklar için; hemen arkamızda da Vialand var. Eminönü, buraya on dakika uzaklıkta. Pera, on beş dakika uzaklıkta. Dolmabahçe’ye on iki dakika uzaklıktayız. Burası, İstanbul’un merkezidir. Havaalanına da ulaşım oldukça kolaydır. Çevremizde çok sayıda üniversite var. Oteller var. Haliç Kongre Merkezi de burada. Burada sörf yapılabiliyor; kürek çekilebiliyor. Bu arada, buradaki otellerle birlikte kurduğumuz Haliç Platformu’ndan da bahsetmeliyim. Haliç Platform’u olarak, bölgenin tanınması için elimizden geleni yapıyoruz. Haliç’in mutlaka tanıtılması lazım. Çünkü Haliç, tarihi yarımadanın başlangıç noktası.

 

“Şimdiki hedefimiz ise Avrupa.”

-İleriye dönük hedef ve projelerinize dair neler söylemek istersiniz?-

Öncelikli hedefimiz, bölgeyi tanıtmaktır. Bölgenin doğal güzelliklerini iyi bir otelcilik hizmetiyle harmanlayarak bölgeye katma değer sağlamayı amaçlıyoruz. Ayrıca bu bölgeyi, yerli turist için de bir cazibe merkezi haline getirmek istiyoruz. Mövenpick, zaten yurt dışında biliniyor. Hizmet kalitesine dair bir şüphe yok. Biz, ülkemiz insanlarını da bölgeye çekmeyi arzuluyoruz. Özellikle, İstanbul dışından gelen çocuklu ailelere hitap etmeyi başardık. Bölgenin avantajını kullandık. Miniatürk, Vialand gibi yerler, alışveriş merkezleri, Eminönü, Eyüp Sultan, Pierre Loti gibi yerler sayesinde, bölgeyi kültür turizminin önemli bir unsuru haline getirebildik. Güney Amerika ve Orta Doğu’dan talep önemli ölçüde artmaya başladı. Şimdiki hedefimiz ise Avrupa. İngiltere, iyileşme durumunda. Misafirlerimizin yüzde beşlik bir dilimi de oradan gelmeye başladı. Rus misafirlerimiz, aynı şekilde, daha çok görmeye başladık. Bizim temel hedefimiz, bölgeyle birlikte otelimizi de bir cazibe merkezi haline getirmek.