Her biri huzurun ve keyfin için inşa edildi…

0
724

‘’Port Alaçatı Kanalkent Projesi denize ve tekneye tutkun insanların sadece yazlık olarak değil, tüm yıl boyunca kullanabilecekleri bir yaşam merkezi. Alışveriş merkezi, yürüyüş ve bisiklet yolları ve okullar gibi rekreasyon alanları da içerecek. Golf sahası ve suni plajı tamamlandığında dünyada bir eşi daha olmayacak bir proje…’’

Alaçatı’yı Venedik’e dönüştüren şirket Port Alaçatı ne zaman kuruldu ve hikâyesini bizimle paylaşır mısınız?

1960’larda bir Fransız mimar tarafından başlayan bir yerleşim projesi olan Port Grimaud hem bir nehir ağzındaki bataklığı ıslah etmesi hem de kanallarıyla Akdeniz’e açılan bir liman yerleşimi olması açısından birçok ilke imza atmış bir proje. Fransa’nın Eyfel Kulesi’nden sonra en çok turist çeken yeri Port Grimaud’dir. Burayı yapan mimarın oğlu benzer bir proje yapmak istiyor ve 1980’lerin sonunda Alaçatı’yı buluyor. Belediye Başkanı bu duruma çok heyecanlanıyor. Çeşitli sorunlarla bu çalışmaya başlanamıyor. Daha sonra bir fizibilite kitabıyla, genç araştırmacı bir mimar bana geldi. Projeyi çok enteresan buldum ve Türkiye’d

e yapılması gerektiğini düşündüm. Alaçatı Belediyesi’nin liderliğinde büyük bir yatırımcı firma ile bir şirket kuruldu. Projeye ortak oldum. 2002 krizinde ortağımız bıraktı ve bende pes etmeyerek projeye devam ettim. Projenin önünü gördüğüm zaman yeni ortaklıklar aldım. İnandığım bir proje ve dünyada en iyisi olacağı ümidini taşıyorum. Her geçen gün bu ümidim artıyor. Toprağı kazıp denizi kanallar olarak içeri getiriyoruz, her ev bir yalı oluyor. Her evin cephesi, planı, büyüklüğü, rengi değişik. Projeyi mücevher işler gibi işliyoruz. Kanalları tekne ile gezdiğiniz zaman gözünüz her köşede ayrı bir sürpriz ile karşılaşıyor.

Ne zaman bitmesi planlanıyor?

15 yıl içinde tamamlanması planlanıyor.

Proje Karşıyaka Azmağı’nın batısında kalan bataklık vasıflı bir arazi üzerine kuruldu. Kutlu Aktaş Barajı’nın kurulmasından sonra tatlı su akımından mahrum kalan bu Azmak Bölgesi artık balıkların yumurtlama ve balıkçıl ve göçmen kuşların konaklama noktası olmaktan çıkmıştı. Port Alaçatı projesinin başlaması ile doğal azmağın da ıslahı yavaş yavaş gerçekleşti; bölgeye temiz su akımı sağlandı ve doğal yaşam her geçen yılla beraber tekrar bu bölgeye geri gelmeye başladı. Bu günlerde artık suyun içinden sıçrayan balıkları, kış aylarında bölgeyi ziyaret eden pembe flamingolar ve diğer büyük balıkçıl kuşların çiftleşme danslarını gören insanların duydukları heyecanlarına tanık olmak bizleri şaşırtmıyor. . Proje içinde çok kısa zamanda elektrikli tekne ile isteyen herkes kanalları gezebilecek ve Türkiye’de Venedik havasını tadacak.  Böyle bir çağdaş yerleşim projesini hayata geçirirken aynı zamanda bölgedeki doğal yaşamı da tekrar hayata geçirebilmiş olmak, Port Alaçatı ekibinin en büyük gurur kaynağı diyebilirim. Projenin daha %20’si yapılmış durumda, Golf sahaları, su sporları ve dalış merkezleri, beyaz kumsallı plajı bölgenin mimari dokusuyla bütünleşik yapıdaki Alışveriş alanı, doğayla iç içe spor ve yürüyüş alanlarıyla, çevreye duyarlı olarak geliştirmek için yeterli enerjimiz ve kat edecek daha çok yolumuz var.

Port Alaçatı’da bütün imar çalışmaları belediye elinden yaptırıldı. Planları biz çizdik fakat sahibi belediyedir. 

Ankara’da Avrupai tarzda ilk “Uydu Kent”i yaratan başarılı bir proje adamı, aynı zamanda ülkemizin yetiştirdiği önemli mimarlardansınız, bize kendinizden ve eğitiminizden bahseder misiniz?

1938 yılında İstanbul’da doğdum. Anne tarafımız Mardin baba tarafımız da Rumeli… Babam Y. Mimar Asım Mutlu, Güzel Sanatlar Akademisi’nde üniversite hocasıydı. Liseyi Galatasaray Lisesi’nde okudum. Üniversite için Viyana’ya gittim ve Viyana Teknik Üniversitesi’nde okudum. O yıllarda benimle aynı yıl liseyi bitiren Viyanalı öğrenciler bilgi anlamında bizler kadar güçlü değillerdi. Bu da o yıllarda Türkiye’de özellikle iyi liselerin ne kadar iyi bir eğitim sağladığını gösteriyor.  Daha sonra bizden mezun kişileri, lise eğitimi yeterli olmadığı için Avrupa Üniversiteleri kabul etmemeye başladı. Eğitimde 1946 yıllarından sonra adım adım zayıfladık diyebilirim. 1946 yılları Köy Enstitüleri’nin kısıtlandığı yıllardı ve bununla birlikte doğru eğitimin muslukları kesilmeye başladı. Köy Enstitüleri’nin hataları vardı ama burada kısıtlanmaları, kapatılmaları yerine düzeltilip devam edilmesi gerekiyordu.

Bütün yüksek tahsilim boyunca çalıştım. Önce mimari bir büroda yamaklık yaptım. Sonra Almanya’da baraj inşaatında çalıştım ve inşaattaki her türlü işi yaptım.  1957 yıllarıydı inşaattan kazandığım para ile araba aldım ve o dönemler araba almak gerçekten değerliydi. Eğitim sürem boyunca çalıştım ve seyahat ettim.  Yazları Büyükada’da oluyorduk. 1961 yazında bir kız ile çıkmaya başladım ve onunla evlenmeye karar verdik. Eşim, iki çocuğumuzun annesi Gülçin Mutlu ile. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde 4 yıl eğitici olarak görev yaptım. Daha sonra MESA Şirketi’ni kurduk.

MESA’yı neden kurdunuz?

O dönem Türkiye kentleşiyordu, gelir seviyesi artıyordu. Ama hiçbir şekilde organize konuta yönelik bir adım yoktu. Tam aksine devlet konut yapımını enflasyona sebep olur vs. diye frenliyordu. Aslında bu doğru değil. Kontrollü olarak bazı haklar verilmesi gerekirdi. O zamanlar gecekondu da masum görülüyordu. Bence yasal olmayan hiçbir şey masum değildir.

Peki, Türkiye’deki kentsel dönüşüm nasıl başladı ve ilerledi sizden dinleyebilir miyiz?

Türkiye’de 1953-54 yılları ve 1987 arasında yapılan hemen tüm yapılar depreme dayanıklı değildi. O dönemlerde yapılan yapıların yenilenmesi doğru bir çalışmadır. Türkiye’nin şehirleşme ve yapı olarak en iyi dönemleri 1930 ile 1939 yılları arasıdır. Atatürk dönemi şehircilik olarak da, inşaat olarak da, mimari olarak da çok değişikti. Az yapıldı, fakat yapılan iyi ve kaliteli yapıldı. Dünyanın en iyisi yapılmaya çalışıldı. Osmanlı dönemine bakarsak 19. asrın sonuna doğru yapılmış bina cephelerinde bir süs ve güzellik var, fakat inşaat kalitesi ve mekân anlayışı çok kötü. İmparatorluğun çökmekte olduğu inşaat kalitesinden de anlaşılıyor. 1930’ların Türkiye’sine baktığımız zaman ise mütevazı fakat yapı ve mekân kalitesi ile dünyadaki iyileri yakalamış durumda. Az yapabiliyor ancak yapılanlar çağdaş ve kaliteli.

Atatürk Kültür Merkezi’yle ilgili yeni bir çalışma başlatıldı fakat bu çalışma da itirazlara neden oldu. Mimari açıdan AKM’yi değerlendirir misiniz?

AKM’ye her gittiğimde rahatsız olmuş bir insandım. Bir ara Paris’in belirli yerlerindeki yapılar ve salonlar çok değişik insanlık dışı yapılar yapılırdı, daha sonra hepsi değişti. AKM’yi de hep öyle gördüm. İnsana saygı duymayan, estetiği öngörmeyen, kaliteyi önemsemeyen bir değerin ürünü olarak gördüm hep orayı. Beni hep rahatsız etti. İstanbul’a layık bir salon değildi. Şuanda Tabanlıoğlu’nun oğlu projeyi çizdi. Yani orijinal mimarına da saygılı davranıldı.

İstanbul’da sizce bu uygulama kentsel dönüşüm mü yapılıyor, yoksa parselsel dönüşüm mü?

İstanbul’da kentsel dönüşümün ‘’K’’ sı yapılmıyor. Böylesine büyük bir fırsat kötü bir şekilde kaçıyor.  Depreme dayanıklı bina yapılıyor ama çevre, alt yapı, sosyal alt yapı, ulaşım planlaması yetersiz. Yasaya uymamayı ödüllendiren bir sistem olmaz ve kentsel dönüşümde böyle bir sistem kurulmuş durumda. Kentsel dönüşümde adil davranmaya, ezmemeye mecbursunuz. Fırsatçıya fırsat vermeye başladığınız zaman sonu olmaz. Bu noktada belirli bir uzlaşma ve otorite lazım.

İstanbul’u düzeltmek için şehir nüfusunu kuzeye çekmek istiyorlar. Bu noktada da Kanal İstanbul projesi gündeme geliyor. Bu proje ile ilgili neler söylemek istersiniz?

  1. asrın sonunda çok büyük mühendislik projeleri bütün dünyada popüler oldu. Ama 20. Asrın ikinci yarısına gelindikten sonra özellikle İtalya ile Fransa arasındaki tünel yangınından sonra birden bire mümkün olduğu kadar tünel yapılmamaya ve tünel trafikleri değişik yapılmaya başlandı. Büyük mühendislik projelerinin çevreyi bozması ve tahrip etmesi gibi gerçekler gündeme geldi. Büyük mühendislik projesi değil, akıllı ve duyarlı mühendislik projesi yapmak önemli oldu. Kanal İstanbul, büyük mühendislik projesi… Böyle bir projeyi yaparken ister istemez çevreye saygısızlık oluyor ve çevrenin dengelerini bozuyorsun. Benim görüşüm 19. asrın sonunun felsefesiyle 21. asırda proje yapmamak, 21. asrın felsefesiyle doğru proje yapmak… Boğazdan o kadar büyük gemiler geçiyor ki, büyük gemilerin geçmesini kısıtlayabiliriz. Kanal İstanbul’u yaptığınız zaman boğazları tamamen keyifli ve bambaşka bir şekilde yapabilirsiniz. O da güzel olabilir. Ama şahsen ben bu çalışmayı yapmam, daha saygılı davranırım. Bence Türkiye karar vermeli. Vahşi bir ülke mi olmak istiyor? Yani 21.asrın çevre ve belirli standartlarını hiçe sayarak mı gitmek istiyor? Yoksa saygılı olarak mı ilerlemek istiyor? Önce buna karar vermesi gerekiyor.