Rakam olarak değil, insan olarak değer bulan çocukların okuluyuz

0
1946
Özel Altın Egitim Kurumları Kurucusu: Tolga Özdemir:

Röportaj: Emin Dora Uçarer

Özel Altın Egitim Kurumları Kurucu Tolga Özdemir:

Sayın Özdemir, kendinizi okurlarımız için tanıtır mısınız?

1975 Ankara doğumluyum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara’da tamamladım. 1998’de Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümünü bitirdim. 1998-2000 yılları arasında şu an kuruculuğunu devraldığım okullarımızda Bilişim Teknolojileri ve İngilizce öğretmenliği görevlerini sürdürdüm. 2000-2003 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri, Orlando, Florida’da İşletme ve Yöneticilik eğitimi aldım. Annemin içinde bulunduğu eğitim dernekleri vasıtasıyla eğitim-öğretim alanında çok iyi bir çevrede büyüdüm. Turizm sektöründe yöneticilik görevleri yaptım. Amerika’da eşimle tanıştık ve evlendik. Kızım Aylin doğduktan sonra 2003’te Türkiye’ye döndük ve okullarımızda çalışmaya başladık. Eşim de Altın Eğitim Okulları’nda Proje Koordinatörü ve İngilizce Konuşma öğretmeni olarak görev yapıyor. 2004-2007 yılları arasında Avrupa Komisyonu bünyesinde bulunan, Avrupa Okul Ağı’nın Türkiye danışmanı olarak görev yaptım. Bu görev bana Avrupa eğitim sistemlerini yakından tanımam için çok önemli bir kapı açtı. Bugün tüm Avrupa ülkelerinde öğretmen, yönetici ve bakanlık görevlileri seviyesinde arkadaşlar, dostlar edindim. Tecrübe ettiğim ve burada uygulanabilir olduğunu düşündüğüm örnekleri okulumuzda geliştirip, kullanıyoruz. Zaman zaman bir araya geliyor, eğitim ve gelecekle ilgili paylaşımlarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Türkiye Özel Okullar Derneği üyeliği, Satış ve İş Geliştirme Derneği, Ankara Eğitim Platformu gibi sivil toplum kuruluşlarında görev almaktayım. Annemin 2016 yılında vefatının ardından bayrağı teslim alarak kurucu görevini üstlenmiş bulunuyorum. İkinci kuşak olarak, bayrağı taşımak zor bir süreçtir. İlerici ve yenilikçi olmanız gerekiyor. Çok çalışmamız gerektiği bilinciyle öğretmenlerimizle birlikte sürekli eğitimler alır, ülkemiz ve dünyadaki yenilikleri takip ederiz.

“Altın Eğitim Okulları’nın” tarihçesini sizden dinleyebilir miyiz?

Elbette. Okullarımızın kurucusu değerli annem Şebnur Altın’dır. 80’li yıllarda Ankara’nın isim yapmış iyi dershanelerinde görev aldıktan sonra, 1989 yılında Kızılay’da kendi dershanesini açmaya karar veriyor ve Eylül 89’da Özel Altın Dersane kapılarını öğrencilere açıyor.

O süre içinde küçük bir dershane olarak yoluna devam etti. Dershanede, ortaokul ve üniversite sınavlarına hazırlık yapıldığı için küçük çocuklarla çalışamıyorduk, ama annemin en büyük isteği daha da erken yaşlarda eğitime dokunabilmekti. Sene 1996, bir öğrencimizin babası, çalıştığı kurumun Eryaman’da uygun okul binası olduğundan bahsediyor. Sonra hatırladığım inşaat, boya, sıva ve Özel Altın Eğitim Okulları tabelası. Eylül 1997’de, ana sınıfından, 5. sınıfa ilkokulumuzu açtık. O yıllarda, ilkokul beş seneydi, daha sonra sekiz sene zorunlu eğitim uygulanmaya başlandı. Öğrencilerimiz kademeli olarak önce ortaokula, daha sonra lisemize başladılar. O gün 5. sınıfa giden çocuklar bugün 34-35 yaşlarında işleri güçleri, aileleri ve çocukları olan kocaman insanlar, hatta çok kısa zaman içinde okullarımızdan mezun öğrencilerimizin, çocukları da okul çağına gelmiş olacak ve ikinci nesil Altın Eğitimli olmaya başlayacaklar.

Kitlesel eğitim yapmıyoruz. Küçük bir okuluz. Az sayıda öğrenciyle en iyiyi yapmak için gayret gösteriyoruz. 300 öğrencimiz var. Bununla da yetinmeyerek Ankara’nın, önemli bir eksiğini kapatmak üzere 2012 yılında okullarımız bünyesine, Ankara’da ilk ve tek olan, özel güzel sanatlar lisemizi kattık. Okullarımızda 23 yıldır Atatürk ilkelerine bağlı, çağdaş, demokratik, laik, ulusal değerleri ve evrenselleşmeyi önemseyen, yeniliklere ve sürekli gelişime açık insanlar yetiştiriyoruz.

Kurumunuzun vizyonu ve misyonundan da söz eder misiniz?

Bu sorunuza annemin vefatından önce kaleme aldığı mektubundan bir bölümle yanıt vermek isterim.

Şöyle diyor: “Sevgili öğrencilerim, sevgili velilerim, sevgili öğretmenlerim, değerli dostlarım…

Altın Eğitim Okulları 15 Eylül 1997 tarihinde bu küçük çatının altında, eğitime gönül vermiş bir kadro ile umuda ve aydınlığa bir pencere açtı. O gün benim bireysel tarihimin ve temsil ettiğim kurumun en önemli günüdür.

Ben; yarınları düşünerek, yarınlara hazırlanarak, yarınların sorumluluğunun bilinciyle ülkesini sevmekle başlayan ve ona karşı görevini yerine getirmenin en iyi yolunun eğitim ve öğretim ile yan yana düşünüp yan yana yaşamak olduğunu bilerek çıktım bu yola. Atatürk’ün Türkiye’sinde, Atatürk’ün açtığı ve sizlerle beraber uzun yıllardır yürüdüğümüz bu aydınlık yolda ülkemizi gelecek yüzyılların dünyasına taşıyacak çocuklarımızı çağdaş, özgürlüğüne aşık, sorumluluklarının bilincinde, laik, demokrat, ulusal ve evrensel değerlerle donanmış, bilimde ve sanatta üretken, özgüveni yüksek ve başarmaya kararlı gençler olarak yetiştirmeye söz verdik ve sözümüzden asla vazgeçmedik.

Bu söz artık sizin sözünüzdür, bu söz artık size emanettir; muhtaç olduğumuz kudret kalbimizdeki sevgide mevcuttur.

HEPİNİZİ SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM.”

İlk günden itibaren annemin hayalini gerçekleştirdiğini söyleyebilirim. Bugün herkesin dilinde dolaşan “Dünya İnsanı” yetiştirmek vizyonunu ilk olarak ortaya koyan kişinin Sayın Şebnur Altın ve kurumun Altın Eğitim olması şaşırtıcı değildir. Bu doğrultuda, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkan çağdaş, eleştirebilen, akılcı, kendisi ile barışık, sorumluluklarının bilincinde, özgür düşünen, ulusal ve evrensel değerlerle donanmış, bilimde ve sanatta dünya standartlarında üretebilen, ülkemizi gelecek yüzyıllara taşıyacak, başarmaya kararlı gençler yetiştirmek için varız.

Altın Eğitim Okulları’nın ilke ve değerleri nelerdir?

Bu sorunuz için teşekkür ediyorum. Hangi sektörde olursa olsun hangi iş yapılırsa yapılsın, işinizi aşkla yapmalısınız. Hele bir de eğitim camiasında çalışıyorsanız amaç, anlam ve tutkularınız çok daha güçlü oluyor. Ben her sabah okulumuza yepyeni hayallerle, heyecanlarla, gülerek, koşarak giderim. Benim ve çalışma arkadaşlarımın en kıymetli değeri öğrencilerimizdir. Bununla ilgili olarak okulumuzu “Rakam olarak değil, insan olarak değer bulan çocukların okulu” olarak tanımlarız.

Bir kere kırmızı çizgimiz Atatürkçülüktür. Ardından gelen tüm ilke ve değerlerimiz tamamlayıcı niteliktedir. Dürüst olmak, açık ve şeffaf olmak, tarafsız olmak ve güvenilir olmak. Öğrencilerimizi tanımak, kendilerini tanımalarını sağlamak ve geliştirmeleri için rehberlik etmek. Bilimin ışığında gelişime ve değişime açık olmak. Akademik, sosyal, kültürel ve kişisel gelişimi önemsemek ve desteklemek. Yaratıcı ve özgür düşünceyi desteklemek. Sorunun bir parçası olmak yerine çözümün bir parçası olmak. Toplumsal konulara duyarlı olmak. Doğayı koruma ve yaşatma bilincine sahip olmak.

Okul öncesi eğitimin önemli olduğunu biliyoruz. Sizce okul öncesi eğitimi önemli kılan nedir?

Okul öncesi, çok önem arz ediyor. 3-6 yaş grubu çocuklarımızın mutlaka okul öncesi eğitim almaları gerekli. Bu dönemde alınan eğitim çocuğun öncelikle akademik başarısında ciddi yükselme sağlamakta. Ama ben size, eğitim bilimleri metodolojisi veya kavramlarından, çocuk gelişimi, beyin, öğrenme vs. den uzun uzun bahsetmeyeceğim, bunlar kitaplarda yazılı. Başka bir şey anlatmak istiyorum.

Benim için yeni nesilleri keşfetmek, neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamak açısından çok önem taşır. Okullarımızda 4 yaştan 65 yaşa kadar insanlar bulunuyor, bu topluluğun büyük kısmını 4-18 yaş grubu oluşturur. Bütün bu insanların uyum içinde bir bütünün parçaları olarak rollerini almaları ve mekanizmanın doğru çalışması için dinamikleri görmek çok önemlidir. Kısaca, nesillerin ortalama on senede bir değiştiğini düşünürseniz ki bu rakam 2000 yılı sonrası neredeyse beş yılda bir nesil olarak söylenir, okulda yaklaşık 7 nesil birlikte yaşıyoruz.

İşte benim için okul öncesi eğitim bu yüzden önemli, okul ülkenin yansımasıdır; okul sosyal, kültürel, bilimsel, gelişim ve öğretim alanıdır, küçükler ile büyükler birlikte yaşayacak ortak noktaları ne kadar bulur, birbirlerinden ne kadar öğrenirlerse, toplumun geleceği o kadar uyumlu olacaktır.

Elbette öğretime ilk adım okul öncesi, çok özel ve güzel zamanlardır, 4-5 yaşlarında alıp, mezun edip  üniversiteye gönderdiğimiz öğrencilerimiz var. O kadar gurur verici bir duygu ki, kelimelerle pek anlatmak mümkün değil.

Öğrencilerinizin yetenek tespiti ve gelişiminin önemli olduğunu düşünüyoruz. Okullarınızda öğrencilerin yeteneklerini nasıl keşfediyorsunuz?

Günde yaklaşık 10 saati çocuklar ve gençlerle geçiriyoruz. Küçük yaşlardan itibaren bu çocuklar elimize geliyor ve farklı disiplinlerde aldıkları eğitim ve uygulamalarla temel beceri ve kazanımlarını geliştirmeye başlıyorlar. Anasınıfından itibaren öğrencilerimiz farklı branşlarda on öğretmen ile eğitim görmeye başlıyorlar. Sınıf öğretmenlerimizle birlikte, Bilişim Teknoloji, Görsel Sanatlar, Müzik, Yaratıcı Drama, İngilizce, İngilizce Konuşma, Fransızca, Rehberlik öğretmenlerimiz derse girerler. İlk, Orta ve Anadolu lisemizde, sanat branşlarında öğrencilerimizin derslerine güzel sanatlar lisesi branş öğretmenleri girerler. Güzel sanatlar lisemizde de öğrencilerimizin Kültür Dersleri dediğimiz sayısal ve sözel derslerine de Anadolu lisesi öğretmenlerimiz girerler. Aynı zamanda rehberlik birimimizin yaptığı bireysel ve grup çalışmaları ve testler bize yol gösterir. Her hafta her okul düzeyinde öğretmenlerimizle yaptığımız toplantılarımızda öğrencilerimizi değerlendirir, birlikte konuşuruz. Güçlü yönlerini, gelişim alanlarını belirler, takip ederiz. Süreçleri velilerimizle paylaşırız. Bizim okulumuzda her öğrenci birbirini, her öğretmen her öğrenciyi tanır. Kocaman bir aile diyebilirim. İşimin en sevdiğim yanı her bir çocuktaki farklı cevheri görebilmektir. Her biri ayrı bir dünyadır. Aslında bu keşifleri kendileri yapıyor ve onlar bize öğretiyorlar. Farkındalığımızı arttıran en önemli faktör ise öğretmen başına düşen öğrenci sayısıdır. Okulumuzda her altı öğrenciye bir öğretmen düşer. Bu sayede değil bilgi, beceri, yetenekleri, öğrencilerimizin en çok hangi yemeği sevdiğinden en son hangi kitabı okuduğuna kadar biliriz.

Okullarınızda “Tam Öğrenme Modeli” benimsenmiş. Bu konuya açıklık getirebilir misiniz?

Yaptığımız her çalışmanın bilimsel ve pedagojik temellere dayanması esastır. Kafamıza eser şekilde hiçbir zaman eğitim yapmayız. Dünyada geçerli model ve yenilikleri takip eder ve otuz yıllık birikim ve tecrübemizle uyumlu bir şekilde süreçleri yönetiriz.

“Tam Öğrenme Modeli” öz olarak, yeterli zaman verildiğinde her öğrencinin öğrenebileceği esasına dayanır. Öğretme-öğrenme stratejisi sunuş, soru-cevap, tartışma, gösteri, gezi- gözlem, deney, rol oynama (drama), simülasyon, görüşme, beyin fırtınası, yazılı kaynaklardan yararlanma, bireysel çalışma, grup çalışması, sınıfça çalışma gibi pek çok ve çeşitli çalışma biçimlerinden seçilerek hedef davranışların en etkili ve ekonomik biçimde öğrenilmesini sağlayacak düzene sokulmuş öğretme-öğrenme etkinliklerini içine alır.

Mümkün olduğu ölçüde öğrenciyi etkin öğrenme çabasına sokacak ve bu durumu istenilen tüm öğrenmeler tam olarak gerçekleşinceye kadar sürdürecek öğretme-öğrenme stratejilerinden yararlanılması öngörülmektedir. “Tam Öğrenmenin” gerçekleşmesi için, dersin içeriğine bağlı olarak tüm öğrencilerin işlenen konuların %80-90’ının öğrenmeleri hedeflenir.

Dersleri öğretmenin öğrencilere öğretmesi, aktarması değil öğrencilerin kendi çabaları ile öğrenmeleri, öğretmenin öğrencilerin öğrenme çabalarında onlara rehberlik etmesi ve yönlendirmesi esastır. Ders saati dışında da öğrencilerin konuya ilgi duymaları sağlanır. Öğrenciye verilen araştırma projeleri ile öğrencilerin konuyu incelemelerine, araştırmalarına ortam yaratılır.

Merak eden, soru soran, irdeleyen öğrenciler, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bir de doğru insan olma meziyetlerini kazandılarsa, hayatı mutlaka bir yerinden tutup kazanacaklardır.

Sayın Özdemir, liselerinizde, üniversiteye yerleştirme başarınız %98 oranında. Bu yüksek oran sizde nasıl bir duygu yaratıyor?Şıkları verir misiniz?

Tabi ki çok gurur verici bir duygu. Aslında bu oran ilk yıl yerleşme oranıdır. Yerleşmeyenler genellikle arzu ettikleri okul ve bölümü az farkla kaçıran, ikinci yılda bu hedeflerine ulaşan öğrencilerimiz, dolayısıyla aslında %100 yerleşme oluyor. Bu akademik başarı elbette disiplinli ve çok çalışmanın bir sonucu.

Burada öğretmen kadromuza değinmeden geçemeyeceğim. Öğretmen seçerken en önem verdiğimiz konu referanstır. Bize gelmeden önceki eğitim ve iş yaşamını, tecrübesini önemseriz. Kendini geliştiren, tüm paydaşlara bilgi ve tecrübesini aktaran öğretmenlerde, okulumuza geldikten sonra, zaten çok aykırı durumlar olmadıkça bizden ayrılmaz. Okulumuz, insanların, kültürlerin ve fikirlerin çeşitliliğini kucaklayan ve eşit fırsatlar sunan bir işverendir. Öğretmenlerimiz okulumuzun kalbidir. Okulun misyonuna ilham veren, yaratıcı, çalışkan ve işini seven öğretmenleri işe almak ve uzun yıllar birlikte çalışmak isteriz. Okullarımızda eğitime başladığımız günden beri görev alan öğretmenlerimiz bulunuyor. Süreklilik, başarıda rol oynayan en önemli faktör, öğretmenlerimiz de aktördür. Rakamlarla bahsedecek olursak okullarımızın ortalama öğretmen yaşı 42 yaş, meslekteki tecrübeleri 16 yıl, okullarımızda çalışma süreleri 11 yıldır. Öğrencilerimizin okullarımızda devam oranı %80’lerde bulunuyor. Tüm bu veriler elinizde olunca akademik başarı aslında bizim için çok doğal bir durum oluyor.

Eğitimi her şeyden çok sabır isteyen bir süreç olarak görüyorum. Ne sadece anne babanın ne de sadece okulun inisiyatifinde olan bir süreç değil. Aile ve okul aynı frekansta değilse, güçlü bir iletişim geliştiremedilerse, paylaşımcı değillerse, çocuğa rehberlik etmekte iki taraf da zorlanacaklardır. Biraz anlaşmalı evlilik gibi diyebiliriz. Herkes üzerine düşen sorumlulukları en iyi şekilde yapacak, sonra da öpe koklaya ayrılacak, geride sevgi dolu hatıralar bırakacak.

Sizce eğitim ile öğretim arasında fark var mı? Varsa bizleri aydınlatabilir misiniz?

Elbette var. Eğitim doğdunuz gün başlayan ve aile, okul, çevre bileşenleriyle yaşam boyu devam eden bir süreç. Öğretim ise belli dönemlerde planlanmış eğitim kısmıdır. Ana hatlarıyla okul-üniversite dönemi diyebiliriz. Ülkemizde 7’den 70’e eğitim veren öğretim kurumları bulunuyor. Örneğin ehliyet almak için ehliyet kursuna, kodlama öğrenmek için bilişim kursuna, seramik öğrenmek için seramik atölyesine yazılabilirsiniz. Hatta spagetti yapmak için bile kurs var günümüzde. Bu çok güzel bir şey değil mi? Öğrenmek çok keyifli bir hobidir.

Okullarınızda “Dokuz Tip Mizaç Modeli” uygulanmakta. Biraz açıklayabilir misiniz?

Dokuz Tip Mizaç Modeli (DTMM) dayanağı öncelikle kişinin kendi farkındalığına varması, bu farkındalıkla hareket ederek, kontrolündeki tüm olay, durum, ilişkileri sağlıklı bir şekilde yönetebilmeyi, kontrolünde olmayanları ise fark edebilmeyi öğrenmek diyebilirim. Organik bir Rehberlik Sistemi. Burada amacımız bütüncül bir süreç oluşturmak. Okulumuz yıllardır aslında bu modeli uygulayan bir yapıya sahipti, rehberlik çalışmaları olarak verdiğimiz hizmetleri, Mizmer ile tanışınca farklı bir boyuta taşımış olduk. Butik bir okul olduğumuz veli ve öğrencilerimizi çok yakından tanıdığımız için DTMM’ye geçiş bizim için çok kolay oldu. Okuldaki tüm paydaşların (tüm personel, öğrenci, veli) mizaçları belirlenerek kendilerini fark etmeleri için yol açıldı, daha sonra birbirimizi fark ettik, farklılıklarımızı gördük ve birbirimizin bireysel farklılıklarına özgü gelişimsel yolculuğuna eşlik ediyoruz. Güçlü, zayıf, gelişmeye açık yanlarımızı tanıdık, birçok alanda yine tüm paydaşların katılımıyla yapılan anket ve değerlendirmeler yapıyoruz. İnanıyorum ki her okulun da bir mizacı var ve okul kültürünüzü oluşturan temel özellikler bu mizaçlar.

Dijital olarak desteklenen DTMM ile artık öğrenci ve velilerimiz yapılan tüm rehberlik çalışmalarına rahatlıkla ulaşabilmekteler. Rehber öğretmenlerimiz tarafından yürütülen DTMM ile birlikte tüm PDR çalışmaları da yoğun bir şekilde sürdürülüyor.

Eğitimin daha başarılı hale gelmesi için Türkiye neler yapmalı?

Herkesin cevap aradığı soruyu bana da sormuş oldunuz. Burada anahtar sorunuzun içinde diye düşünüyorum. Ciddi bir güven tazelemeye ihtiyaç var. Bunu sağlayabildiğimiz zaman genç ve güçlü eğitim kadrolarımızla, gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleriyle arayı hızlı bir şekilde kapatabileceğimize inanıyorum.

Sohbetin başında bahsettiğim gibi ben bu sürecin içine doğmuş biri sayılırım. Kendimi bildim bileli ülkemizde okul, dershane, kurs, özel ders, bunlara harcanan zaman, harcanan para, emek, yani bir düşünün bunca yıl bu kadar eğitimle bugün Mars’a bizim mekik kondurmamız gerekmez miydi? Bunca şey boşa mı gitti?

Sistemi tıkayan iki konu var diye düşünüyorum. Birincisi sınavlar. İkincisi mesleki eğitim. Biz, ne yazık ki ülkece genlerimize yazılmış bu kodlardan kurtulamıyoruz.

Eğitim camiası tarafından yapılan yenilikçi, ilerici çok fazla sayıda çalışma var. Bakanlık, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları herkes, farklı platformlarda bir araya gelerek çalışmalar sürdürüyor. Ben hepsini çok değerli buluyorum. Belki yürütülen tüm bu çalışmalar Bakanlığımız şemsiyesi altında daha sık bir araya getirilebilmesi, adımlarımızı hızlandırmamıza yardımcı olabilir.

Biraz daha özümüze dönerek geçmişte attığımız önemli adımlar olan öğretmen okulları, köy enstitülerini, hızlı bir şekilde revize ederek günümüz koşullarına uyarlayabiliriz. Bakanlığımızın Yetenek ve Beceri Atölyeleri programını bu anlamda olumlu buluyorum. Bizler de ihtiyaç duyulan her alanda yardımcı olmaya her zaman hazırız.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Bir ekonomi dergisi olarak, eğitime verdiğiniz önem için sizlere teşekkür ediyorum. Eğitim her mecrada ileriye gidebilmenin temel taşı. Bizler de eğitimin bugünü ve geleceği hakkında hem öğrenmek hem de tecrübelerimizi paylaşmak için her zaman işbirliğine açığız.  Tüm eğitim camiamıza ve size de çalışmalarınızda başarılar diliyorum.